2. CÜZ 1. HİZİP


02 BAKARA SÛRESi البقرةAynı anda dinleyip takip edebilirsinizTIKLA
سْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ BismillahirRahmânirRahiym
سَيَقُولُ السُّفَهَاءُ مِنَ النَّاسِ مَا وَلَّاهُمْ عَنْ قِبْلَتِهِمُ الَّتِي كَانُوا عَلَيْهَا ۚ قُلْ لِلَّهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ ۚ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
142-) Seyekulüssüfehâü minenNâsi ma vellâhüm an kıbletihimülletiy kânu aleyha* kul Lillâhil meşriku velmağrib* yehdiy men yeşâu ila sıratın müstekıym;
142-) İnsanların, anlayışı kıt ve aşağılık yaşam ehli olanları “Onları eski kıblelerinden (Kudüs`ten Kâbe`ye) döndüren (gerekçe) nedir?” derler. De ki: “Batı da doğu da Allâh`ındır. Dilediğine hidâyet eder, sırat-ı müstakime yönelmesi için.”
وَكَذَٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيدًا ۗ وَمَا جَعَلْنَا الْقِبْلَةَ الَّتِي كُنْتَ عَلَيْهَا إِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يَتَّبِعُ الرَّسُولَ مِمَّنْ يَنْقَلِبُ عَلَىٰ عَقِبَيْهِ ۚ وَإِنْ كَانَتْ لَكَبِيرَةً إِلَّا عَلَى الَّذِينَ هَدَى اللَّهُ ۗ وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُضِيعَ إِيمَانَكُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ
143-) Ve kezâlike cealnâküm ümmeten vesetan litekûnû şühedâe alenNâsi ve yekûnerRasûlü aleyküm şehiyda* ve mâ cealnel kıbletelletiy künte aleyha illâ lina`leme men yettebi`urRasûle mimmen yenkalibü alâ akıbeyh* ve in kânet lekebiyraten illâ alelleziyne hedAllâh* ve ma kânAllâhu liyudıy`a iymaneküm* innAllâhe BinNâsi leRauf`un Rahıym;143-) Böylece, sizi insanlar üzere şahit, Rasûlü de sizin üzerinize Şehiyd kıldık. Siz ümmeti Vasat`sınız (adalet ve Hakkaniyet üzere olan). Kendisine yöneldiğin kıbleyi, Rasûle tâbi olanlarla, ondan yüz çevirip geri dönenleri ayırt etmek için değiştirdik. Allâh`ın hidâyet ettiklerinin dışındakilere bu olay çok ağır gelecektir. Allâh imanınızı boşa çıkarmaz. Allâh insanlara hakikatlerinden açığa çıkan Raûf ve Rahıym`dir.
قَدْ نَرَىٰ تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاءِ ۖ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا ۚ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ۚ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ ۗ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ ۗ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ
144-) Kad nera tekallübe vechike fiys Semâi, felenüvelliyenneke kıbleten terdâha* fevelli vecheke şatralMescidil Haram* ve haysü ma küntüm fevellû vucûheküm şatrehu, ve innelleziyne ûtülKitâbe leya`lemûne ennehülHakku min Rabbihim* ve mAllâhu Biğafilin ammâ ya`melûn;
144-) Biz, vechinin semâda takallüb ettiğini (Hakk`ı müşahede âleminde hâlden hâle girdiğini) görmekteyiz. (“Hakk`ın vechi ne yana dönersen orada” gerçeğince, niçin illâ Kudüs`e bağlı kalayım, İbrahim`le davet ettiği Kâbe varken, düşüncesi.) Artık seni razı olacağın bir kıbleye elbette döndüreceğiz. O hâlde vechini (yüzünü – Hakk`ı müşahedeni) Mescid-i Haram`a (Kâbe – içi mutlak yokluk – gayb olana) döndür. Ve nerede olursanız olunuz “vech”lerinizi O`nun tarafına döndürün. Muhakkak ki kendilerine Kitap (hakikat ve Sünnetullâh bilgisi) verilenler bilirler ki o, Rablerinden bir HAK`tır! Allâh onların hakikatleri olarak, yaptıklarından gâfil değildir.
وَلَئِنْ أَتَيْتَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ آيَةٍ مَا تَبِعُوا قِبْلَتَكَ ۚ وَمَا أَنْتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْ ۚ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍ ۚ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ ۙ إِنَّكَ إِذًا لَمِنَ الظَّالِمِينَ
145-) Ve lein eteytelleziyne ûtülKitâbe Bikülli ayetin mâ tebiu kıbletek* ve mâ ente Bitâbi`ın kıbletehüm* ve mâ ba`duhüm Bitâbi`ın kıblete ba`din, ve leinitteba`te ehvâehüm min ba`di mâ câeke minel `ılmi, inneke izen le minezzalimiyn;
145-) Kendilerine Kitap verilenlere her âyeti (hakikate işaret eden bilgiyi) getirsen yine de senin kıblene tâbi olmazlar! Sen de onların kıblesine tâbi olucu değilsin. (Hatta) onlar birbirlerinin kıblesine de tâbi olmazlar. Yemin olsun ki, İlimden sana gelenden sonra onların hevâlarına (şartlanmalarına göre oluşan fikirler/istekler) tâbi olursan, kesinlikle zâlimlerden olursun!
الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءَهُمْ ۖ وَإِنَّ فَرِيقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
146-) Elleziyne âteynahümül Kitâbe ya`rifûnehu kemâ ya`rifûne ebnâehüm* ve inne feriykan minhüm leyektümûnelHakka ve hüm ya`lemûn;
146-) Kendilerine (Kitap) Bilgi verdiklerimizden bir kısmı Onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlardan bir grup bilerek Hakk`ı gizlerler.
الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ ۖ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ
147-) ElHakku min Rabbike felâ tekûnenne minel mümteriyn;
147-) HAK, Rabbindendir (beynini oluşturan Esmâ bileşiminin sonucudur). O hâlde sakın (bu gerçekten) şüpheye düşenlerden olma!
وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلِّيهَا ۖ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ ۚ أَيْنَ مَا تَكُونُوا يَأْتِ بِكُمُ اللَّهُ جَمِيعًا ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
148-) Ve liküllin vichetün huve müvelliyha festebikul hayrat* eyne mâ tekûnû ye`ti Bikümullâhu cemiy`a* innAllâhe alâ külli şey`in Kadiyr;
148-) HERKESİN O`NA DÖNEN BİR VECHİ VARDIR… O hâlde hayırlı çalışmalarda (Rabbini tanımada) yarışın! Nerede olursanız olun hepinizi, hakikatiniz olan Allâh cem eder. Kesinlikle Allâh her şeye Kaadir`dir.
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ۖ وَإِنَّهُ لَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ ۗ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
149-) Ve min haysü haracte fevelli vecheke şatralMescidil Harâm* ve innehû lelHakku min Rabbike, ve mAllâhu Biğafilin ammâ ta`melûn;
149-) Nereden (hangi düşünceden) çıkarsan çık, vechini (yüzünü – müşahedeni) Mescid-i Haram`a (çokluğun gerçekte yokluğunun yaşandığı secde edilen mahale) döndür! Bu elbette Rabbinden (kaynaklanan) bir Hak`tır. Allâh varlığınızın hakikati olarak, ortaya koyduklarınızdan gâfil değildir.
وَمِنْ حَيْثُ خَرَجْتَ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ۚ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَيْكُمْ حُجَّةٌ إِلَّا الَّذِينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِي وَلِأُتِمَّ نِعْمَتِي عَلَيْكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
150-) Ve min haysü haracte fevelli vecheke şatralMescidil Harâm* ve haysü mâ küntüm fevellû vucûheküm şatrehu, li ellâ yeküne linNâsi aleyküm huccetün, illelleziyne zalemû minhüm felâ tahşevhüm vahşevniy ve liütimme nı`metiy aleyküm ve lealleküm tehtedûn;
150-) Nereden (hangi düşünceden) çıkarsan çık, vechini (yüzünü – müşahedeni) Mescid-i Haram`a (çokluğun gerçekte yokluğunun yaşandığı secde edilen mahale) döndür! Nerede olursanız olun, vechlerinizi o tarafa döndürün ki, insanların sizin aleyhinize bir delili olmasın. Ancak onlardan bilfiil zulüm edenler aleyhinize olur. O hâlde, onlardan korkup çekinmeyin benden çekinin ki üzerinize olan nimetimi tamamlayayım… Ki böylece umulur ki hidâyete ulaşırsınız.
كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولًا مِنْكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُمْ مَا لَمْ تَكُونُوا تَعْلَمُونَ
151-) Kemâ erselnâ fiyküm Rasûlen minküm yetlû aleyküm âyâtinâ ve yüzekkiyküm ve yüallimükümül Kitâbe vel Hikmete ve yüallimüküm mâ lem tekünû ta`lemûn 151-)Nitekim, içinizden (hakikati dillendirmek üzere) Rasûl irsâl ettik (açığa çıkardık); âyetlerimizi (varlığın hakikati oluşumuza dair işaretleri) size tilavet ediyor (okuyup anlatıyor), sizi arındırıyor ve Kitabı (hakikat ve Sünnetullâh bilgisini), Hikmeti (varlığın oluş sistem ve düzenini, oluş mekanizmasını) ve bilmediklerinizi öğretiyor.
فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا لِي وَلَا تَكْفُرُونِ
152-) Fezkürûniy ezkürküm veşkürûliy ve lâ tekfurûn;
152-) O hâlde beni zikredin (anın – düşünün) ki sizi zikredeyim. Şükredin bana (değerlendirin beni), sakın küfretmeyin (hakikatiniz ve varlığın hakikati olduğumu inkâr etmeyin).
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَعِينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلَاةِ ۚ إِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ
153-) Yâ eyyühelleziyne âmenüste`ıynû BisSabri vesSalâti, innAllâhe ma`asSabiriyn;
153-) Ey iman edenler, hakikatinizin açığa çıkartacağı sabır (dayanma kuvvesi) ve salât (hakikatiniz olan Esmâ mertebesine yönelişin getirisi olan müşahede) ile yardım isteyin. Muhakkak ki Allâh sabredenlerledir (Es Sabûr Esmâ`sıyla – mâiyet sırrı).
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ ۗ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ
154-) Ve lâ tekulû limen yuktelu fiy sebiylillâhi emvât* bel ahyâün ve lâkin lâ teş`urûn;
154-) Allâh için (iman ehli olduğu ve iman mücadelesi verdiği için) öldürülenlere “ölüler” demeyin. Bilakis onlar diridirler, ancak siz bunu idrak edecek kapasiteye sahip değilsiniz.
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ ۗ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ
155-) Ve leneblüvenneküm Bişey`in minelhavfi velcû`ı ve naksın minel emvâli vel enfüsi vessemerat* ve beşşirisSabiriyn;
155-) Sizi, korkacağınız bir şeyle, açlıkla, malınızı, canlarınızı (canınız gibi sevdiklerinizi), çalışmalarınızın mahsulü olan şeyleri eksiltmekle sınarız. Bu olaylara karşı sabredenleri (tepki koymayıp olayın nasıl sonuçlanacağını bekleyenleri) müjdele!
الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ
156-) Elleziyne izâ esabethüm musıybetün kalû innâ Lillâhi ve innâ ileyhi râci`ûn;
156-) Onlar, kendilerine hoşlanmadıkları bir olay isâbet ettiğinde, “Biz Allâh (Esmâ`sının açığa çıkması) içiniz ve O`na dönücüyüz (sonuçta bu gerçeği yaşayacağız)” derler.
أُولَٰئِكَ عَلَيْهِمْ صَلَوَاتٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَرَحْمَةٌ ۖ وَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُهْتَدُونَ
157-) Ülâike aleyhim salevâtun min Rabbihim ve rahmetün ve ülâike hümül mühtedûn;
157-) İşte bunlar üzerinedir Rablerinin salâvatı (hakikatlerini fark ettirmek üzere tecellisi) ve rahmeti (Esmâ`sının açığa çıkış seyri güzellikleri)… İşte bunlardır hidâyet bulanların ta kendileri…
إِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ ۖ فَمَنْ حَجَّ الْبَيْتَ أَوِ اعْتَمَرَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِ أَنْ يَطَّوَّفَ بِهِمَا ۚ وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَإِنَّ اللَّهَ شَاكِرٌ عَلِيمٌ
158-) İnnesSafâ velMervete min şeâirillâh* femen haccel Beyte evı`temera felâ cünâha aleyhi en yettavvefe Bihima* ve men tetavve`a hayren feinnAllâhe Şakirün Aliym;158-) Safa ve Merve, Allâh işaretlerindendir. Kim hac veya umre niyetiyle El Beyt`i (Kâbe) ziyaret ederse, onları da (Safa – Merve) tavaf etmesinde bir sakınca yoktur. Kim hayır olması için daha fazlasını yaparsa, Allâh (varlığındaki Esmâ mertebesinden) Şakir`dir (yapılanları fazlasıyla değerlendiren), Aliym`dir.
إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَىٰ مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ ۙ أُولَٰئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللَّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ
159-) İnnelleziyne yektümûne mâ enzelna minel beyyinâti velhüdâ min ba`di mâ beyyennâhü linNâsi fiyl Kitâbi ülâike yel`anühümullâhu ve yel`anühümülla`ınûn;159-) Kitapta apaçık bildirdiklerimizden sonra kim ki o işaret ve hidâyet vesilelerini gizlerse, işte Allâh onlara lânet eder (Allâh`tan uzak düşerler), lânet edebilecek herkes dahi lânet eder (yani hem bâtından hem de zâhirden gelen bir Allâh`tan ayrı düşmenin sonuçlarını yaşarlar).
إِلَّا الَّذِينَ تَابُوا وَأَصْلَحُوا وَبَيَّنُوا فَأُولَٰئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ ۚ وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
160-) İllelleziyne tâbû ve aslehû ve beyyenû feülâike etûbu aleyhim* ve enetTevvabür Rahıym;160-) Ancak bunlardan tövbe edenler (yanlışını idrak edip kesin olarak ondan vazgeçenler) ve ıslah olanlar (içinde bulundukları yanlışlar ortamından çıkanlar) ve gerçeği dile getirenler istisnadır. Ben Tevvab ve Rahıym`im (tövbeyi kabul edip, çeşitli güzel sonuçlarını yaşatan).
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَٰئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلَائِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ
161-) İnnelleziyne keferû ve mâtû ve hüm küffarun ülâike aleyhim la`netüllâhi vel Melâiketi venNâsi ecme`ıyn;
161-) Muhakkak ki kâfir olup (âlemlerin ve nefslerinin Allâh Esmâ`sının açığa çıkışı olduğunu inkâr edenler) ve bu anlayışla ölenlere gelince… İşte Allâh lâneti (Allâh`tan uzak düşmenin sonuçları), meleklerin lâneti (nefslerini Esmâ kuvvelerinden ayrı düşünmenin sonuçları) ve bütün insanların lâneti (onlardan uzak düşmenin sonuçları) onların üzerindedir!
خَالِدِينَ فِيهَا ۖ لَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
162-) Hâlidiyne fiyha* lâ yuhaffefü anhümül azâbu ve lâ hüm yünzarûn;
162-) O lânetlerin sonuçlarını sonsuza dek yaşarlar. Bunun azabı asla hafifletilmez ve onlara mühlet (yanlışı düzeltme süreci) de verilmez.
وَإِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ ۖ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ الرَّحْمَٰنُ الرَّحِيمُ
163-) Ve ilâhüküm İlâh`ün Vâhıd* lâ ilâhe illâ HUverRahmânurRahıym;
163-) İlâh kabul ettiğiniz, Vâhid`dir (TEK`tir, ikincisi olmayan sayılırlıktan berî olan)! Tanrı yoktur, sadece “HÛ” ve Rahmân ur Rahıym`dir (her şeyi kendi rahmetinden, Esmâ`sından meydana getirmiştir).
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنْزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ مَاءٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
164-) İnne fiy halkıs Semâvâti vel Ardı vahtilâfilleyli vennehari vel fülkilletiy tecriy fiylbahri Bimâ yenfe`unNâse ve mâ enzelAllâhu mines Semâi min mâin feahya Bihil`Arda ba`de mevtiha ve besse fiyha min külli dâbbetin, ve tasrıyfir riyahı vessehabil müsahhari beynesSemâi vel Ardı le âyâtin li kavmin ya`kılûn;
164-) Şüphesiz ki semâlar ve arzın (gökler ve yeryüzünün – şuur boyutlarının ve bedenin) yaratılışının; gece ile gündüzün (âlemlerin gerçekte yokluğu realitesinin ardından yeniden âlem sûretlerini seyir hâline geçiş) birbiri ardınca gelişinin; insanların yararı için denizde akıp giden gemide (ilâhî ilim denizinde yüzen bireysel şuurda); Allâh`ın semâdan su inzâl edip onunla ölümden sonra arzı diriltmesinde (bilinç katlarından ilim inzâl ederek hakikatine şuuru olmayan bedende “diri” olanın açığa çıkarılmasında) ve onda hareket eden tüm canlıları yaymasında (tüm organlarındaki havl ve kuvvetin Allâh`la meydana gelmesinde); rüzgârları yönlendirmesinde (Esmâ kuvvelerinin bilinçte fark edilmesinde); semâ ile arz arasında emre amade bulutların varlığında (beden boyutunda açığa çıkabilecek kuvvelerin şuurda varlığının oluşumunda), aklı olan topluluk için elbette işaretler vardır.
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللَّهِ ۖ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَشَدُّ حُبًّا لِلَّهِ ۗ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُوا إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا وَأَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ
165-) Ve minen Nâsi men yettehızü min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehüm kehubbillâh* velleziyne âmenû eşeddü hubben Lillâh* velev yerelleziyne zalemû iz yeravnel azâbe ennel kuvvete Lillâhi cemiy`an, ve ennAllâhe şediyd`ül azâb;
165-) İnsanlardan kimi de Allâh dûnunda tapındıkları varlıklar edinip, onları Allâh sevgisiyle (Allâh`mışçasına) severler! İman edenler ise sevdiklerinin yalnızca Allâh olduğunun şuurundadırlar (gayrına varlık vermezler). O (hakikati inkâr ederek nefslerine) zulmedenler, bu yüzden azaba düşeceklerini gördüklerinde, âlemlerden açığa çıkan kuvvetin yalnızca Allâh`a ait olduğunu fark ederler, ama iş işten geçmiştir; keşke bunu önceden görebilselerdi… Allâh “Şediyd`ül Azâb”dır (yapılan yanlışta ısrar edenlere sonucunu şiddetle yaşatandır)!
إِذْ تَبَرَّأَ الَّذِينَ اتُّبِعُوا مِنَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا وَرَأَوُا الْعَذَابَ وَتَقَطَّعَتْ بِهِمُ الْأَسْبَابُ
166-) İz teberraelleziynet tubi`û minelleziynettebe`û ve raevül azâbe ve tekatta`at Bihimül esbâb;
166-) Kendilerine tâbi olunanlar, tâbi olanlardan, ortaya çıkacak azabı görüp uzaklaşmışlardır o zaman. Gerçeğin ortaya çıkmasıyla aralarındaki bağ da kopmuştur
وَقَالَ الَّذِينَ اتَّبَعُوا لَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَتَبَرَّأَ مِنْهُمْ كَمَا تَبَرَّءُوا مِنَّا ۗ كَذَٰلِكَ يُرِيهِمُ اللَّهُ أَعْمَالَهُمْ حَسَرَاتٍ عَلَيْهِمْ ۖ وَمَا هُمْ بِخَارِجِينَ مِنَ النَّارِ
167-) Ve kalelleziynet tebe`û lev enne lenâ kerraten feneteberrae minhüm kemâ teberraû minna* kezâlike yüriyhimullâhu a`malehüm haseratin aleyhim* ve mâ hüm Bi hariciyne minennâr;
167-) (Endada) tâbi olmuşlar: “Keşke bize fırsat verilseydi de yaşadıklarımızı bir kere daha yaşasaydık, bu defa tâbi olduklarımızın bizden uzaklaşması gibi biz onlardan uzaklaşsaydık” derler. Böylece Allâh onlara yaptıklarının sonuçlarını acı pişmanlıklarla gösterir. Onların içlerinden gelen pişmanlık yanışının sonu gelmez
يَا أَيُّهَا النَّاسُ كُلُوا مِمَّا فِي الْأَرْضِ حَلَالًا طَيِّبًا وَلَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ ۚ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ
168-) Yâ eyyühenNâsu külû mimma fiyl Ardı halâlen tayyiben, ve lâ tettebi`û hutuvatişşeytan* innehû leküm `adüvvün mubiyn;
168-) Ey insanlar, arzda (beden boyutuna ait) olanların helal ve temiz olanlarından (sizi hakikatinizden perdelemeyecek olan şeylerden) yeyiniz. Şeytanın (karnınızdaki ikinci beyninizin oluşturduğu isteklere dayalı sizi harekete geçiren) adımlarına tâbi olmayınız. Muhakkak ki o apaçık düşmandır.
إِنَّمَا يَأْمُرُكُمْ بِالسُّوءِ وَالْفَحْشَاءِ وَأَنْ تَقُولُوا عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
169-) İnnemâ ye`muruküm Bissûi vel fahşâi ve en tekulû alAllâhi mâ lâ ta`lemûn;
169-) O (şeytan) size ancak egonuzu kuvvetlendirecek fikir ve fiilleri, yalnızca helal olmayan bedensel zevkler için yaşamayı ve Allâh hakkında ilme dayanmayan şekilde hüküm vermenizi emreder.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَا أَنْزَلَ اللَّهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَا أَلْفَيْنَا عَلَيْهِ آبَاءَنَا ۗ أَوَلَوْ كَانَ آبَاؤُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْئًا وَلَا يَهْتَدُونَ
170-) Ve izâ kıyle lehümüttebi`û mâ enzellAllâhu kalû bel nettebi`u mâ elfeyna aleyhi abâena* evelev kâne abâühüm lâ ya`kılune şey`en ve lâ yehtedûn;
170-) Onlara: “Allâh`ın inzâl ettiğine (varlığın ve varlığınızın Allâh Esmâ`sı olduğuna ve Sünnetullâh bilgisine) iman edin” denildiğinde onlar: “Hayır, babalarımız neye tâbi ise biz de onların tâbi olduklarına (dışsal tanrısallığa) uyarız” derler… Ya babaları gerçeğe akıl erdiremeyen, hakikati bulamamış kişilerdiyseler?
وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ إِلَّا دُعَاءً وَنِدَاءً ۚ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
171-) Ve meselülleziyne keferû kemeselilleziy yen`ıku Bi mâ lâ yesme`u illâ du`âen ve nidâen, summün bükmün `umyün fehüm lâ ya`kılûn;
171-) Kâfirlerin hâli, kendilerine yönelen, çağıranların sesini duyup da ne dediğini anlamayanların hâline benzer. Çünkü onlar (anlayışları itibarıyla) sağırdırlar, dilsizdirler (Hakk`ı dillendiremezler), kördürler (apaçık hakikati değerlendiremezler). Akıllarını kullanmazlar!
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلَّهِ إِنْ كُنْتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ
172-) Yâ eyyühelleziyne amenû külû min tayyibati mâ razaknâküm veşkürû Lillâhi in küntüm iyyahü ta`büdûn;
172-) Ey iman edenler, sizi rızıklandırdıklarımızdan temiz olanlarını yiyin. Ve Allâh`a şükredin (bunu değerlendirin), eğer yalnızca O`na kulluk etmek istiyorsanız.
إِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ بِهِ لِغَيْرِ اللَّهِ ۖ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَا إِثْمَ عَلَيْهِ ۚ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ
173-) İnnemâ harreme aleykümül meytete veddeme ve lahmel hınziyri ve ma ühille Bihî li ğayrillâh* femenidturre ğayre bağın ve lâ `adin felâ isme aleyhi, innAllâhe Ğafûr`un Rahıym;
173-) Size yalnızca ölmüş hayvanı, kanı, domuz etini ve Allâh`tan başkası adına kesilmiş olanı haram kılmıştır. Ama zor durumda kalanın, kendine zulmetmeden, (haram kılınanı) helal kabul etmeyerek ve haddi aşmadan (ihtiyaç fazlasına kaçmadan) yemesinde üzerine bir suç yoktur. Muhakkak ki Allâh Ğafûr`dur, Rahıym`dir.
إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنْزَلَ اللَّهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا ۙ أُولَٰئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ إِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللَّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَا يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
174-) İnnelleziyne yektümûne mâ enzelAllâhu minel Kitâbi ve yeşterûne Bihî semenen kalıylen, ülâike mâ ye`külûne fiy butûnihim illen nâra ve lâ yükellimühümüllâhu yevmelkıyâmeti ve lâ yüzekkiyhim* ve lehüm azâbün eliym;
174-) Onlar ki, Allâh`ın Kitaptan inzâl ettiğini (varlığın hakikati ve Sünnetullâh bilgisini) gizleyip, onu (hakikatlerini) az bir paraya (dünyasal değere) satarlar; işte onlar bâtınlarını (dünyalarını) ateşten (yakıcı) başka bir şeyle doldurmuş olmazlar. Kıyamet sürecinde Allâh onlarla konuşmaz ve onları tezkiye etmez. Onlar için feci azap vardır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir